14 Ekim 2013 Pazartesi

takke düştü, mabet göründü!


Hıristiyan dünyasının mabetleri kiliseler, katedraller, manastırlar gündelik yaşantının bir parçasıdır adeta. Bir film karesinden, dergideki bir fotoğraftan, bir belgeselden, para verilip ziyaret edildiğinden, aşina olmanın ötesinde görsel ve zihinsel yaşantının birer parçalarıdırlar. Mabetlerin teşhiri, çok yeni bir zamana denk düşmez. Birkaç yüzyıl öncesi yazılmış tiyatro oyunlarından, roman kişilerinden papazı, zangocu, ekmek-şarap ayinini, vaftiz törenlerini tanırız. Sinemanın ve televizyonun geçen yüzyıl devreye girmesiyle birlikte görsel malzeme eksikliği de bir nevi giderilmiş, İsa-Meryem ve Azizlerin figürleriyle sıradan bir izleyici olarak daha yakından tanışılmıştır. Hıristiyan dünyası -özellikle de protestan aklı- mistik dehlizlerde kimsenin kaybolmaması için yoğun çaba göstermiştir. Bu sebeple kendini, kendi mistik yolculuğunu deşifre etme, pazarlama konusunda epey mesafe kat etmiştir. Ancak kendisinin teşhirine ve ayna karşısındaki çıplaklığına, bir de diğer mistik/ilahi yolculukları da dahil etme çabası içerisine girişmiştir. Birçok teolog, bilim savunucusu, maceracı ve sanatçı -ideologlardan hariç- özellikle de yerli kabile dinlerinin, Budizmin ve elbette İslamın teşhiri için özel çaba göstermişlerdir. Ve elbette sinema bundan nasibini almış, mabetler içerisinde kamera, bir teşhir aygıtı gibi çalışmıştır adeta. 
Ancak ya Yahudi dünyası? Bu teşhirden nasibini almadı mı, yoksa buna göz yummadı mı?  Birkaç Yahudi düğünü sahnesi hariç, neredeyse hiçbir zaman kamera sinagogların içerisinde yer almamıştır. Bunun istisnai olduğu filmlerin başında ise 1927 yapımı Jazz Singer filmi gelir... 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder