12 Aralık 2013 Perşembe

Bir Meçhul Oyun; Torbadan Cumhuriyet Çıktı


Sahnenin üç bir yanında perdeler -sinema perdesi olması muhtemel- gerilidir ve seyirciye göre sağda kalan köşeye -sağ ve sol perdeler seyirciye hafif kavislidir- yakın bir yere Mustafa Kemal'in Afyon Kocatepe'deki siluetini andıran bir gölge yansımaktadır.
Bunun dışında sahnede bir dekor bulunmamaktadır. Ara ara Atatürk'ün kendi sesinden konuşmaları işitilir: "...Daha çok çalışacağız", "Ne mutlu Türküm diyene!..." Sözler kesilir ve sahnenin tam ortasındaki perdeye üstü başı yırtık, üniformalı iki askerin fotoğrafı yansır:
         
İki farklı erkek sesi sırasıyla şu sözleri sıralar:
1.ASKER:"Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır."
2.ASKER:"Bugün hepimize düşen ortak görev; ulusal değerlere, bilince, Cumhuriyet'e sahip çıkmak, Çanakkale'yi, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan  ruhu korumak ve bu bilinci gelecek kuşaklara aktarmaktır. Türk Ulusu dili, kültürü, tarihi ve saygın kimliğiyle aydınlık yarınlara el ele güçlü biçimde yürüyecektir."
1.ASKER:"Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar."
2.ASKER:"Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı... Gerçek zaferi siz kazanacak ve devam edeceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız."
1.ASKER:"Süngülerle, silahlarla ve kanla kazandığımız askeri zaferlerden sonra, kültür, bilim, fen ve ekonomi alanlarında da zaferler kazanmaya devam edeceğiz."
2.ASKER:"... İşte bu Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale savaşlarını kazandıran bu yüksek ruhtur."
     Sahnede bir süre sessizlik olur ve perdeye yansıyan iki meçhul asker fotoğrafı kaybolur. Ardından sahnenin ortasındaki perdede Anıtkabir'i andıran bir gölge belirir. Bir süre sessizliğin ardından sahnede şu sözler işitilir: "Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır.", "Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." Ve hemen ardından Türkçe ezan sesi sahneyi kaplar.(burada!) Türkçe ezan sesi kesildikten sonra  Anıtkabir'in gölgesi biraz daha büyür. Daha sonrasında sahne loşlaşır ve sahneye papyonlu, kravatlı, smokinli, fötr şapkalı 'Beyler' girerler. Birbirlerine rol keserler ve anlaşılmayan bir şeyler mırıldanırlar. Sahneyi birkaç kez turladıktan sonra sırayla sahneyi terk ederler. En son sahneyi terk eden fötr şapkalı 'Bey' şapkasını çıkarıp seyircileri selamlar ve sahneden ayrılır. Sahne eski halini geri alır. Bir süre sonra sahne kararır ve hemen akabinde sahnenin ortasındaki perdede maviler içerisinde bir adam ve karaladığı defterin göze iliştiği video gösterilir. Videoda görüntü deftere yakınlaşır, Osmanlıca ve Türkçe yazılan şiirler dikkat çeker. Birçok mısranın, kelimenin üzeri çizilidir, defter karalamalarla doludur. Bu esnada sahnede şu sözler işitilir: "Öyle istiyorum ki, Türk Dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar." Sahne aydınlanır ve videodaki mavili adam sahnenin ortasında, bir masanın yanı başındaki sandalyede yüzü seyirciye dönük oturmaktadır. Bir şeyler sayıklar, sıkkın bir hali vardır. Bir süre bu şekilde devam eder ve sonrasında ayağa kalkar ve ağzından şu sözcükler dökülüverir: "Kayıp dizeler, meçhul şairler..." Bu sözden sonra sahneyi terk eder. Bir süre sonra sahneye kara çarşaf giyinmiş iki kadın girer ve sahnede bir kareografi etrafında Doğu/Tasavvuf müziği esintileri eşliğinde dans ederler ve müzik tamamlanır tamamlanmaz sahneyi terk ederler. Hemen ardından sahneye Mozart'ın Türk Marşı (burada!) bestesi eşliğinde abartılı makyajıyla 30'ların modasına uygun giyinmiş iki kadın sahneye girer. Sahnenin kenarında sırtları seyirciye dönük bir şeyler konuşurlar, kahkaha atarlar ve müzikle birlikte yavaş yavaş sahneden ayrılırlar. Ayrılır ayrılmaz sahnede şu sözler işitilir: "... Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarımızın aşağısında kalmayacak, aksine, pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım."   
                                                 
Sahne kararır. Bir süre sonra aydınlandığında sahnede ondan fazla darağacı ve sallanan boş ipler görünür. Sallanan iplere eşlik eden 10. yıl marşıdır. Marşın bitmesiyle birlikte sahne karartılır.
Sahne tekrar aydınlandığında sahnede sadece az evvelki sahneden mavi ceketli adam vardır. Sahnenin kenarına yaklaşır, aniden etrafı tren sesi kaplar ve şu sözler işitilir: "Demiryolları memleketin tüfekten, toptan çok daha mühim bir emniyet silahıdır." Mavi ceketli adam hızla sahnenin seyirciye göre sağ köşesine savrulur. Sahneden ayrılma niyetindedir. O esnada vapurun kalkarken çıkardığı ses işitilir ve hemen ardından:"Kabotajın, bu sene içinde, sadece ve tamamen Türk sancağına dönmesi fiilen gerçekleşmiştir. Bu olayı övünçle anmak isterim." Mavi ceketli adam sesin kesilmesinden sonra bu sefer de kendini seyirciye göre sahnenin soluna doğru atar. Sahnenin en soluna yaklaştığında şu sözler duyulur:"Zonguldak'ın derin toprakları altındaki servet-i madeniye ne kadar kıymetli ise bizim nazarımızda Zonguldak da o kadar kıymetli bir vilayetimizdir." Ürkek adımlarla sahnenin ortasına gelir ve tekrar ses devreye girer:"İstanbul, bizim tarihimizin ve uygarlığımızın özetidir." Öne doğru bir adım atar:"Ben İzmir'i ve İzmirlileri severim." Olduğu yerde hareketsizce kalır bir süre. Daha sonra sahnenin dört bir köşesini hızlı adımlarla turlar, ardından çıldırmışcasına koşmaya başlar. Yorulur ve duraklar. Sahnenin tepesinden ve seyircilerin arasından sahneye strafordan yapılmış Atatürk siluetlerinden oluşan heykelcikler yağar. Sahne kararır.  
Sahne aydınlanır ve sahnede eski model takım elbisesi ve tek çerçeveli gözlüğüyle Tristan Tzara'ya benzer biri belirir. Elinde küçük bir çuval vardır. Çuvalı karıştırıp içinden katlanmış küçük kağıtlar çıkarır.
                                                 
Tzara: (çuvaldan çıkardığı sözcükleri hızlı hızlı okur) "ne", "çalışınız", "genç beyinlere", "sulh", "biz Türkler" (bir kahkaha atar), "hayat davasıdır", "hür", "vazifemizdir", "şeyhler", "medeniyet yolunda", "muhterem unsurlardır", "gerisi teferruattır", "kayıtsız", "dava uğruna", "karakterimdir", "köylü", "öğretmenler", "göklerdedir", "naçiz", "egemenlik", "İleri!", (bastırarak) "Cumhuriyet" (yine bir kahkaha atar) "bizim milliyetçiliğimiz", "diyene!"... Tzara tek çerçeveli gözlüğünü de çuvala atar ve seyircilere bakmadan sahneyi ter eder. Sahne hafif loşlaşır ve mavi ceketli adam sahneye tekrar giriş yapar. Sahne perdelerine çatık kaşlı Atatürk büstlerinin gölgesi vurur. Mavi ceketli adam ürkek tavırlarla gölgelerden uzak durur.  
Daha sonra sahnenin hemen hemen her yerini çeşitli Atatürk büstlerinin gölgeleri kaplar, hareket ederler. Bazıları sahnedeki adamın üzerine gelir, onlardan kurtulmaya çabalar, pek başarılı olamaz. Sahnenin seyirciye en uzak olan perdesine koşar. O anda perdede Anıtkabir gölgesi belirir. Adam çaresizce birkaç hareket yapar. Daha sonra cesaretini toplayıp perdeyi eliyle yırtar. Perde yırtılır yırtılmaz diğer gölgeler sahneden kaybolur. Adam birkaç adım atar ve az önce sahneye kocaman gölgesi vuran Anıtkabir'in birkaç kibrit çöpünün aydınlatılmasından ibaret olduğunu fark eder. Yaklaşır ve tepkisiz kalır. Bir süre sessizliğin ardından sahnede birkaç askerin postallarını yere vurup uygun adım ilerleme sesleri işitilir. Sonrasında sahneye tuhaf görünüşleriyle -ürkütücü olduğu kadar gülünç kostümlü- dikkat çeken bir grup insan giriş yapar. Bunlar: üst düzey bir komutan, bir iş adamı ve karısı, cüppesiyle bir üniversite rektörü, bir yazar, birkaç bürokrat ve memurdur. Ellerinde bir pankart taşımaktadırlar: "BİZ CUMHURİYETİ BÖYLE KAZANDIK". Sahne tamamen kararır. Karanlıkta son kez şu dizeler duyulur:
               "Bastığın yerleri toprak diyerek 
geç ve terk et!
Arkasından bile bakılmaya değmeyecek
meçhul bir asker,
meçhul bir şair, 
meçhul bir halk 
yatmakta ne de olsa altında...
bas...
ve geç..."



PERDE KAPANIR


fail-i meçhule kurban giden bir halka ithaf olunmuştur...

ufak bir not: Bu oyun bu haliyle bir gün sahnelenir mi, sahneleyebilir miyim, bilemem. Böyle bir oyun oluşturmamda Breton ve arkadaşlarının 'Maurice Barrés Duruşması' performanslarının -ki sanıyorum hiçbir zaman izleme şansım olmayacak!- ve bir dostumun benimle paylaştığı bir Lalo Schifrin ve Carlos Saura çalışması La Represión'un (burada!) bana esin kaynağı olduklarını belirtmeden geçemeyeceğim. 
                              

1 yorum: