16 Ocak 2014 Perşembe

sinematograf üzerine notlar



Robert Bresson'un aforizmalar tarzında kaleme aldığı notları üzerine yıllar sonra (yaklaşık 50 küsur yıl) ben de çalakalem birşeyler karalamak niyetindeyim. Bresson'un notlarında yer alan bütün düşünceler kanımca güncelliğini koruyor. Tek fark, Bresson tiyatro-sinema (özellikle oyunculuk erbabında) ayrımı üzerine epey uğraş vermiş. Artık bu tartışmanın geride bırakıldığını düşünüyorum. Notlardan üzerinde durulması gereken bir sürü başlık var: Sinemada hakikat, oyunculuk (Bresson'un demiyle model), filmin özü, vs. Ancak bu notumda, filmde müziğin kullanımı üzerinde duracağım tek başlık olacak.
"Müzik bütün alanı kaplar, üstelik eklediği görüntüye fazladan bir değer katmaz.", "Müzik. Filmini, filminin hayatından uzaklaştırır (müzikle kendinden geçmek). Müzik, tıpkı alkol gibi, uyuşturucu gibi, gerçeği değiştiren, hatta yok eden bir güçtür.", "Ne kadar çok filmin boşlukları müzikle gelişigüzel dolduruluyor. Filmi müziğe boğuyorlar. Görüntülerde birşey olmadığını görmemize engel oluyorlar."
Kendi filmlerinde zaman zaman müziğe (doğal olmayan) yer veren Bresson, notlarında kendi öz eleştirisini de yapar ve bu konuda daha özenli olacağını dile getirir: "Ancak çok yakın zamandan beri, o da yavaş yavaş, müziği filmlerinden kaldırdım ve bir kurgu öğesi, bir heyecanlandırma aracı olarak sessizlikten yararlanmaya başladım. Bunu söylemem gerekir aksi taktirde dürüstlük etmemiş olurum."
Bresson'un sinema filminde müzik, ses ve sessizlik üzerine tüm bu değerlendirmelerinden sonra, onun bu düşünceleriyle paralel olduğunu düşündüğüm ve bir zamanlar kaleme aldığım kendi aforizmalarıma -bir nevi- dönüyorum:
"Sinema filminde film müziği kullanımı başlı başına değerlendirilecek ve eleştirilebilecek bir mesele. Filmin doğal akışı içinde yerli yersiz birçok müziğe yer vermek, filmin doğal yapısına uygun değildir. Müzik, ritme ortak olacağı yerde bu ritmi bozar. Ancak bazı klasik filmlerde özellikle de klasik müziğin, filmdeki sekanslarda karakterin içinde bulunduğu konumu ve atmosferi iyi yansıttığı söylenebilir. Kanımca buna en iyi örnekler, Vittorio de Sica’nın Umberto D. ve özellikle de Pier Paolo Pasolini’nin Accattone ve Salo filmleridir. Bunun dışında radyodan, televizyondan, otel lobisinden, diskotekten, striptiz bardan, sokaktan yükselen ve karakterlerle, filmin atmosferiyle uyuşan -bazen de özellikle tezatlık teşkil eden- müzikler filmin seyrine yakışmakta ve seyirciye oldukça olumlu bir tesirde bulunmaktadır. Bazen filmin, seyircinin kendini tazelemesi, zevk alması, eğlenmesi ve belki de konuya başka bir açıdan odaklanması için bu yöntemler etkilidir. Bununla beraber, filmin jeneriklerinde kullanılan müzik parçaları da güzel bir başlangıç ve bitiş sunabilir. Jenerikteki müzik parçaları için en etkileyici örnekler; Shane Meadows’un This is England ve Carlos Saura’nın Cría Cuervos filmleridir. Yine de bir sinema filmini doğal atmosferinden (sesleriyle birlikte) koparmamak en güzel yoldur. Ancak doğanın, kentin doğal senfonilerinden faydalanmak, bu sesleri tespit etmek, yakalamak ve film içerisinde sırıtmadan kullanmak meşakkatli bir uğraştır. Buna rağmen, böyle bir film dili, seyircide -ki muhtemeldir yaratıcısı yönetmende de- eşsiz bir haz bırakacaktır. Bu doğal sesler, doğaya özgü olmamakla birlikte, kent ve taşra yaşamının farklı tonlarını teşkil eder. Endüstriyel (makine, motor, inşaat, vb.), kent merkezinin keşmekeşini yansıtan sesler, film setinin doğal üyesidir. Bunun film içerisine yerleştirilmesi elbette yönetmenin ve ekibinin görüsüne, algısına göre değişkenlik gösterebilen bir aşamadır. Keza bu seslerin abartılı ya da karakterler ve sekanslarla kopuk kullanımı seyircide rahatsızlığa yol açabilir, bu durum elbet seyir zevkini ve gidişatını sekteye uğratır. Kentin olağan sesleri yanında, taşranın tabiat kaynaklı sesleri seyircide oldukça tesirlidir. Bana kalırsa bu, makine (yani film seti için gerekli olan aletlerin tümü) ile tabiatın buluşması ve sonunda olağanüstü bir kardeşliğin, yani dilin ortaya çıkışıdır. (Üstelik fotoğraftan çok daha etkili bir biçimde) Tabiat ile makine arasında insan da aracıdır. Yönetmen bu aracılığın orkestra şefi rolünü doğalında üstlenmektedir. Doğal seslere filmlerinde sıkça rastladığımız yönetmenlerin başında Andrey Tarkovski gelir. Onun sinema dilinde tabiat, mistik, ilahi bir konuma yükselir."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder