24 Ocak 2014 Cuma

mad max'den bugünü ve geleceği okumak...

Benim gibi 90'lı yıllarda çocukluğunu yaşayanlar, Mad Max serisini ve tüyü bitmemiş (özellikle serinin ilk filminde) Mel Gibson'u hatırlayacaklardır. Serinin tamamı, Avustralya yapımı ve -özellikle ilki- düşük bütçeli filmler. Serinin ilk filmi 79'da vizyona girmiş. Filmde motosikletli bir suç çetesinin çökertilmesi anlatılıyor. O dönem ünlü bir oyuncu olmayan Gibson filmde bir yol polisi ve bu çeteyle kıyasıya çatışıyor ve sonunda bilim-kurgudan ziyade olabildiğince klişelere bulaşmış bir aksiyon filmi ortaya çıkıveriyor. Filmde kullanılan müzikler -ki 80 dönemi Türk sinemasından aşina olduğumuz-, özellikle de kostümler oldukça bayağı. Efektlere, çekimlere ve kamera açılarına değinmeyeceğim bile. Bilim-kurgu nüvelerinin salgılandığı birkaç nokta, geleceğin hız ve suç dünyasında makinalaşmayla (çetenin otomobili parçaladıkları sahne bu manada az da olsa etkileyici olduğu söylenebilir: burada!) ve enerji kaynaklarına (pek tabi petrole) göndermelerle sınırlı. (Serinin bu filminin vasatlığını kanıtlayan trail için: burada!)
Ancak serinin 81 yapımı II. filmde senaryonun büyük değişimine/evrimine ve bilim-kurgu namına doğru iz üzerinde olduğumuza tanık oluyoruz. Eski polis, yeni dünyada kimliksiz Max ve dünyanın geçirdiği değişim, filmin hemen başındaki video görüntülerle aktarılmış: burada! Petrol bulabilenin yoluna devam ettiği (zaten serinin orjinal adı da: Mad Max The Road Warrior) ve tam anlamıyla anarşinin kol gezdiği karmaşa dünyasında, önceki seride ailesini, geçmişini yitiren Max'in tek derdi, benzin bulup yoluna devam edebilmek ve hayatta kalabilmek! Primitif dönemi çağrıştıran punk tarzı kostümler nispeten daha başarılı. 

III. filmde (Mad Max Under Thunderdome) insanlığı daha da uzak bir gelecekte ama bir o kadar uzak bir geçmişte buluyoruz. Serinin bu filmi, üzerinde en çok durulması gereken malzemeleri barındırıyor. Kasabaların inşa sürecinde, çölün ortasında Max kendini Bartertown'da bulur. Takas ticaretinin yapıldığı ve petrolün önemini kısmen yitirip yerini (çünkü yerleşik hayata geçiş yapıldığından) metana, yani enerjiye bıraktığı bu kasabada yerüstünün kontrolü Tina Turner'in canlandırdığı Aunty Entity'nin elinde. Max ile yeraltı dünyasının kontrolünü elinde tutan Master-Balster'ı öldürmesi konusunda anlaşan Aunty-Entity, Max'e 'yeniden diriliş' hikayesini şöyle anlatır: "Çevrene bir bak. Hepsini ben inşa ettim. Ve boynuma kadar kana ve pisliğe battım. Eskiden çöl olan yerde şimdi bir kasaba var. Ve soygun yerine alış-veriş, umutsuzluk olan yerde umut var. Uygarlık! Ve ben bunu korumak için her şeyi yaparım." (Türkçe dublajın yalancısıyım!!!) Bartertown, bir nevi eğlence ve casinolar şehri Las Vegas'ın hikayesini anlatıyor. (Ya da Bertold Brecht'in Mahagonny Kentinin Yükselişi ve Düşüşü oyununu) Eski dünyanın kimliksizlerinin yeni dünyadaki konumu da (ya da tam tersi) ilginç bir ayrıntı. Gelelim yeraltı dünyasını yöneten Master-Blaster'a. Master bir cüce ve (adından da anlaşılacağı üzere) beyin görevi üstleniyor. Blaster ise devasa cüsseli bir kas yığını. Master ne derse onu yapıyor. Yeraltında enerji domuz pisliğinden üretiliyor. Bu sebeple en büyük suç domuz öldürmek. Cezası, ömür boyu (bir nevi kürek mahkumu) yeraltında köle gibi çalışmak. Kutsal değerler günün ihtiyaçlarına göre belirleniyor elbet. Yerüstünde, yani uygarlıkta oranın kanunlarıyla, askerleriyle ve en önemlisi ticaretiyle işler bir şekilde yürüyor. Yeraltının ise kendi kanunları ve insan eli ve aklıyla oluşturulmuş gerçekleri mevcut. Master-Blaster (ve pek tabi Aunty Entity) bu manada bugünün ve geleceğin dünyasının olmazsa olmazlarını işaret ediyorlar. Kim bilir Master, dünyada enerji politikalarını yönlendiren lobileri, Blaster, suç ve istihbarat örgütlerinin kardeşliğini, Aunty-Entity ise üst yapıyı, yani politikacıları, kanunları ve devletin ordusunu temsil ediyor olabilirler. Ve bu şemanın geneli, klasik -hiç de kompleks olmayan- bir devlet yapısını gözler önüne seriyor. 
Eee geriye Max kalıyor? Max daha sonra çöle sürülüyor ve orada onu bekleyen ilkel bir kabile (geneli çocuklardan oluşan) ile karşılaşıyor. Daha doğrusu onu kabileden biri, ölüme terk edilmiş bir halde bulup çölün ortasında vaha sayılabilecek serin ve sulak mekanlarına getiriyor. Kabile, Max'den onları medeniyete götürmesini bekliyor ve en sonunda terk edilmiş -enerji kaynakları tahrip edilmiş-, gökdelenlere kabilenin büyük bir kısmı erişebiliyor. Master, Blaster, Aunty tamam da , Max neyi-nasıl temsil ediyor o halde? Dini göstergelerin -dini ritüellere ve mekanlara yer verilmeden- totemler şeklinde yer verildiği filmde, Max de bu manada değerlendirilmesi muhtemel. Filmin sonunda eski ilkel, yeni Sidney sakini anlatıcının "Biz şehrin ışıklarını yakıyoruz. Sadece O'nun için değil, hala dışarıda olan tüm insanlar için." sözleriyle filmin sonlanması manidar.
 Bartertown'un kraliçesi Aunty-Entity

Yeraltı dünyasının Master ve Blaster'ı

Mad Max bir üçleme olarak, filmler arası oldukça büyük değişimlerin yaşandığı bir seri. Tıpkı Terminator filmlerinde olduğu gibi, Mad Max filminde de Batı dünyasını şekilleyen akılların, ideologların geleceğin dünyasında bir düşman aradıklarına ve bunu beyaz perdeye yansıttıklarına tanık oluyoruz. Terminator de insan-makina, Mad Max de ise uygarlık-asiler şeklinde Batı diyalektiği tamamlanıyor. 
2011 yılında dalga geçme amaçlı mı, yoksa seriye saygı manasında mı olduğunu anlayamadığım bir kısa Mad Max filmi daha çekilmiş: Mad Max Renegade. Merakısı için burada!
Söylentilere göre, bilgisayar oyunlarından sonra, serinin yönetmeni George Miller 2015 yılında seriye yeni bir film ekleme gayretinde: Mad Max: Fury Road.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder