17 Temmuz 2014 Perşembe

orda bir köy var uzakta...:'Aydın' elitin Kış Uykusu




Senaryosunun Anton Çehov'un birtakım öykülerinden esinlenildiği ve bu öykülerin Anadolu coğrafyasında, bozkırda vücut bulduğu Nuri Bilge'nin son filmi Kış Uykusu'ndan geriye her izleyicinin kendine göre çıkarımları, eleştirileri kalmıştır elbette. Filmden benim payıma kalan en büyük tortu ise, filmin neredeyse en başından en sonuna değin bozkırda 'elit' bir çevre içerisinde cereyan eden olayların içerisine serpiştirilmiş diyaloglardaki yapaylıktır. Geçenlerde okuduğum bir tiyatro oyunundan bir cümle hala hatırımda: "Evet, normalde, gerçek hayatta böyle konuşmadığınızı biliyorum. Gerçekte nasıl konuştuğunuzu unutun."(Juan Mayorga'nın Himmelweg oyunundan) Eski bir tiyatro oyuncusu, kendi deyimiyle 25 yılını tiyatroya adamış Aydın, tiyatronun (özellikle de tiyatromuzun) açmazını beyaz perdeye mi taşımıştır acaba? Onunla beraber çevresi, yani ablası, eşi ve ahbapları da bu tiyatroya hapsolmuş mudur, bu can sıkıcı diyalog, monolog ve hesaplaşmalarda yitip gitmişler midir? Aydın'ın kendine samimi olduğu filmin son sahnesindeki monolog (bir nevi eşiyle arasındaki geç kalınmış diyalog), 196 dakika içerisinde Aydın'ın seyirciye nüfus edebildiği ender anlardan biridir, belki de tektir. 
Aydın'ın çevresindeki çalışanlar ise tam aksine oldukça canlı bir dili muhafaza etmektedirler, yani argosuyla, yörenin ağzıyla yaşayan gündelik dili. (Aydın'ın yardımcısı Hidayet, imam Hamdi ve diğerleri) Filmdeki dil sorunu, bu elit çevrenin iletişimsizliğinde daha çok gün yüzüne çıkar. Bozkırın tam ortasında avamdan ve dilinden uzaklaşan Aydın, ailesi ve çevresi, burjuvazinin tipik, kendine dert edindiği çözümsüz sorunlarda kaybolurlar. (Misal abla Necla'nın öne sürdüğü kötülük meselesi gibi) Üstelik Aydın, yerel gazetedeki köşesi vasıtasıyla kendi perspektifinden taşrayı da estetize etmeye yeltenmektedir. Gazetenin satırlarını taşra estetiği, maneviyat ve kısmen ilahi dokunuşlarla süsleyerek bir toplum mühendisi olmanın hasretini dile getirmektedir. Öte yandan filmin tamamında, yine tipik bir Türkiye seçkini olarak, hiç ayak basılmamış topraklar, köyler, oradaki yaşam hakkında ahkam kesilir, oradaki ihtiyaç sahiplerine 'yardım etme' telaşına düşülür. Aydın'ın filmin son sahnelerinden birinde, hiç ayak basmadığı Garip Köyü -öncesinde bu köyden yardım isteyen biri hakkında ahbaplarıyla bir ahlak ve vicdan muhasebesine giriştiği-  ile karşılaşması, Türkiye aydınının aynada kendisiyle yüzleştiği bir sekans özelliği taşımaktadır.
Bir Zamanlar Anadoluda filminde taşraya sürülen/atanan orta sınıftan, odak/objektif bu filmde daha tepedekilere -üstelik yine taşrada- çevrilmiş durumda. Bu manada bir nevi önceki filminin devamı niteliğinde. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder