Aydın'ın çevresindeki çalışanlar ise tam aksine oldukça canlı bir dili muhafaza etmektedirler, yani argosuyla, yörenin ağzıyla yaşayan gündelik dili. (Aydın'ın yardımcısı Hidayet, imam Hamdi ve diğerleri) Filmdeki dil sorunu, bu elit çevrenin iletişimsizliğinde daha çok gün yüzüne çıkar. Bozkırın tam ortasında avamdan ve dilinden uzaklaşan Aydın, ailesi ve çevresi, burjuvazinin tipik, kendine dert edindiği çözümsüz sorunlarda kaybolurlar. (Misal abla Necla'nın öne sürdüğü kötülük meselesi gibi) Üstelik Aydın, yerel gazetedeki köşesi vasıtasıyla kendi perspektifinden taşrayı da estetize etmeye yeltenmektedir. Gazetenin satırlarını taşra estetiği, maneviyat ve kısmen ilahi dokunuşlarla süsleyerek bir toplum mühendisi olmanın hasretini dile getirmektedir. Öte yandan filmin tamamında, yine tipik bir Türkiye seçkini olarak, hiç ayak basılmamış topraklar, köyler, oradaki yaşam hakkında ahkam kesilir, oradaki ihtiyaç sahiplerine 'yardım etme' telaşına düşülür. Aydın'ın filmin son sahnelerinden birinde, hiç ayak basmadığı Garip Köyü -öncesinde bu köyden yardım isteyen biri hakkında ahbaplarıyla bir ahlak ve vicdan muhasebesine giriştiği- ile karşılaşması, Türkiye aydınının aynada kendisiyle yüzleştiği bir sekans özelliği taşımaktadır.
Bir Zamanlar Anadoluda filminde taşraya sürülen/atanan orta sınıftan, odak/objektif bu filmde daha tepedekilere -üstelik yine taşrada- çevrilmiş durumda. Bu manada bir nevi önceki filminin devamı niteliğinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder