30 Ağustos 2013 Cuma

kentin şeriatı ve tepelerin ardı...

Moderniteden ne kadar uzaklaşılabilir? 
Rumen yönetmen Christian Mungiu'nun 2012 yapımı filmi Dupa Dealuri'de yetişme yurdunda büyümüş, ancak farklı yollara savrulmuş iki genç kızın hikayesinden yola çıkılmış. Biri, Almanya'da 'modern' dünyanın tüm mekanlarında gencecik ruhunu, enerjisini teslim etmiş, bir diğeri ise tepelerin ardında bir Ortodoks manastırına sığınmıştır. Ancak diğeri bir gün Almanya'dan çıkagelir. Travmatik ve modern dünyanın tüm birikimiyle manastıra ayak basar. Ancak o, ayak basar basmaz tepelerin ardı artık tepelerin öte yanına taşınır. Modern dünyanın kurumları bu genç kıza sırt çevirmiştir: Yetiştirme yurtları, hastaneler, sosyal hizmetler, polis, adalet... Manastır, bu dünyanın kurumları tarafından aşağılanır ve yargılanır. Kilise kendisi de kurumlaşarak tepelerin beri yakasına çoktan taşınmış, şehir kanunlarının, yeni aklın esiri çoktan olmuştur.
Ayrıca, ekip otosunda rahip ve rahibelerin oturduğu ve iki polisin sıradan konuşmalarına yer veren ve kameranın ağır ağır ilerlediği sahne, Nuri Bilge'nin birtakım filmlerini çağrıştırır. 

Kir: Soğuk ve karlı bir günde bir araba hızla ekip arabasının yanından geçer ve arabanın camı çamura bulanır... Savcı bekleniyordur...
Polis memurlarından biri: Evet. Evet, efendim. Caddedeyim. Evet, yıkamak zorundayım, cidden çok kirli...

"Fakat maddi bir varlık olarak 'kir'in de kendine özgü bir içsel etkisi vardır ve bu yüzden, resimde ondan kaçınmaya çalışmak, eskilerin saf renk diye bağrışları gibi yanlış ve çiğ bir tavırdır. İçsel ihtiyaç söz konusu olduğunda, dıştan pis gelenin içi saf, dıştan saf gelenin içi de pis olabilir."*

*Wassily Kandinsy'nin Sanatta Ruhsallık Üzerine kitabından

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder